CHP Mersin Milletvekili Adalet Komisyonu Üyesi Ali Rıza Öztürk’ün TBMM’de yaptığı konuşma aynen şöyle;
Değerli milletvekilleri, bu, cumhuriyet tarihinde ya da ondan öncesi yaşanan tarihsel olaylarla ilgili bilgi ve belgelerin açıklanmasına hiçbir itirazımız olamaz. Yine, arşivler açılsın, buna itirazımız olamaz ancak cumhuriyetin ilan edilmesinin ve cumhuriyetin başlangıç döneminin karanlık bir dönem olarak ilan edilmesine itirazımız vardır. Cumhuriyet aydınlık bir dönemin başlangıcıdır ve her doğumda sancılar vardır, sancısız doğum olmaz; cumhuriyetin kuruluşunu da kendi koşulları içerisinde değerlendirmek lazım, mutlak doğru ya da mutlak yanlış diye bir olgu yoktur. İstiklal mahkemelerini, ortaya çıkan süreci incelemek lazım. Mondros Mütarekesi'ni takip eden günlerde, Anadolu'nun Fetret Devri günlerini hatırlatacak şekilde içine düştüğü anarşi ve başıboşluk ortamında ve böyle bir ortamda Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması, faaliyet göstermesi ve İstanbul hükûmeti ile İngilizlerin iş birliği yaparak emperyalizme karşı verdikleri kurtuluş savaşına ve millî harekete karşı hareketleri daha ağır, daha şiddetli hissedilmişti. O günlerde kimi bu bağımsızlık hareketini engellemeye çalışıyordu kimi bunu engellemek üzere propaganda yapıyordu, yabancıların ajanlığını yapıyordu; askerden kaçıyorlardı, firar yapıyorlardı. Böyle bir ortamda ilk mahkemeler 1920 yılında kuruldu. İkinci dönem İstiklal mahkemeleri ise 30 Temmuz 1921 döneminde kuruldu. Bu İstiklal mahkemeleri de Atatürk'e suikast ve Kubilay olaylarına ilişkindir.
Değerli milletvekilleri, burada önemli olan konu, gerçekten bu İstiklal mahkemelerinin kuruluş sürecindeki koşulları iyi hesap etmek lazım.
Bu elimde Atatürk'ün İsmet Paşa'ya yazdığı bir mektup var. Bu mektup 30 Ekim 1923 tarihinde yazılıyor ve "Sevgili Paşam, cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum." diyor ve Atatürk o tarihte ülkenin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatıyor: "Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı." Atatürk'ün o tarihte söylediği şu laf çok önemlidir değerli milletvekilleri: "Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, millî egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve büyük Türkiye idealini tam olarak başarmak zorundayız." diyor Mustafa Kemal Atatürk o günün koşullarında.
Değerli milletvekilleri, gerçekten geçmişle hesaplaşma bence bir bütünlük içerisinde olmalı. Bu bütünlük içerisinden bir parçayı koparmak, o parçayı masaya yatırmak ancak bir popülizmin ürünü olabilir. Tarihte yaşanan olayları, bu belgeleri incelemek bence tarihçilerin görevi olmalıdır. Bundan doksan yıl önce o günün koşullarında yaşanmış olayları bugün gerçekten siyasetin malzeme aracı yapmak ve siyasetin bunu istismar etmesine yol açacak davranışların içerisinde bulunmanın kimseye bir faydası yoktur. Tarihte yaşanmış istiklal mahkemeleri vakasını elbette ki o tarihçiler inceleyip ve toplumun önüne artılarıyla eksileriyle koymak durumundadırlar.
Her devrim geçiş hukukunu ve geçiş kurumlarını yaratır. İstiklal mahkemeleri, cumhuriyet devrimine karşı geliştirilen statükocu, gerici direncin bastırılması amacıyla kurulmuş mahkemelerdir. İstiklal mahkemelerini o devrin şartları yerine bugünkü anlayışın merceğiyle okumak bir yöntem körlüğüdür. Fransız İhtilali'nde, Sovyet devriminde, bütün devrimlerde, 1949 Çin Halk Cumhuriyeti'nde, 1917 Ekim ve Şubat devrimlerinde, 1789 Fransız İhtilali'nde hep devrimin hukuku hep devrimin kurumları egemen olmuştur. Çöküşteki Osmanlının şartları, Atatürk devriminin çağdaş karakteri ve bugünkü kazanımlarımız birlikte değerlendirilmeden istiklal mahkemelerini değerlendirmek mümkün değildir. İstiklal mücadelesinde Anadolu'da başlatılan gerici isyanları düz mahkemelerle bastırabilmek bir saflık anlayışı olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk'ü de Atatürk yapan saflığa teslim olmuş zihniyet ile şartların gereğini anında ve geciktirmeden gerçekleştiren zihniyet arasındaki temel farktır.
İstiklal mahkemeleri 1920 Türkiyesi'nin koşullarının ve dünyada o günün doğrusuydu. Ancak, bugün Türkiye'nin çağdaş, uygarlık yönünde katettiği mesafe karşısında elbette ki istiklal mahkemeleri bugünün yanlışıdır. İstiklal mahkemelerini zamanın şartlarının dikte ettiği harflerle okuyamayanlara diyecek bir sözüm yoktur. Bu günü o güne, o günü bu güne taşıyamayız. Zaman ırmağını suya bakarak değil su akarken okumalıyız.
Değerli milletvekilleri, 1950'li yıllardan sonra kurulan tahkikat komisyonu var. Bakın -bu tahkikat komisyonu- 19 Nisan 1960'ta Milliyet'in manşeti şu: "Her türlü siyasi faaliyetler durduruldu." Bu kararı alan tahkikat komisyonu Başbakan Menderes'in "Adliye işleyemez hâle gelmiştir." sözlerinin üzerine kurulmuş. Bu, 1960 yılında kurulmuştur yani cumhuriyetin ilanından çok sonra kurulmuştur.
Değerli milletvekilleri, itiraz ettiğimiz nokta şudur: Elbette ki tarihte yaşanan olaylar tarihçiler tarafından açıklanmalıdır, belgeler açıklanmalıdır, arşivler ortaya çıkarılmalıdır ama istiklal mahkemeleri üzerinden cumhuriyete yapılan saldırılara karşı çıkmak herkesin görevi olmalıdır; Türk'üyle, Kürt'üyle, Çerkez'iyle, Alevi'siyle, Sünni'siyle hepimizin görevi olmalıdır. Cumhuriyet ortak bir değerimizdir. Elbette ki cumhuriyet kurulurken birtakım yanlışlıkların yapılması çok doğaldır. Elbette ki o gün kuvvetler ayrılığı ilkesi yok, zaten Meclis içerisinden kuruluyor, o mahkemenin üyelerinin o günkü koşullarda Meclisten olmasından daha doğal bir şey olamaz.
Elbette ki istiklal mahkemelerinin aldığı yanlış kararlar vardır. Her mahkemenin yanlış kararları vardır, istiklal mahkemelerinin de aldığı yanlış kararlar vardır ama bunları gündeme taşıyarak bunlar üzerinden cumhuriyetle hesaplaşmak, Atatürk'le hesaplaşmak, cumhuriyetin temel değerleriyle hesaplaşmak kimsenin haddi de değildir, hakkı da değildir değerli arkadaşlar, itirazımız bunadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın değerli milletvekilleri, Menderes, İnönü'ye "Paşa, Paşa; istiklal mahkemelerini kurduran sen değil misin, hangi demokrasiden bahsediyorsun?" diyor bu Mecliste. Değerli milletvekilleri, İsmet Paşa'nın verdiği cevap: "Evet, benim; o istiklal mahkemelerini kurduran benim ama ben oradan buraya geldim, siz ise buradan oraya gidiyorsunuz."
Yine, 27 Haziran 1956 Çarşamba günü, bu Meclis oturumunda, Demokrat Parti Sivas Milletvekili Nurettin Ertürk oturduğu yerden İsmet Paşa'ya laf atıyor: "'Vatandaşın hak ve hürriyeti' lafları senin ağzına yakışmıyor İsmet Paşa." Menderes'in çok kullandığı savı çağrıştıran bu lafa İsmet İnönü'nün yanıtı şu oluyor değerli milletvekilleri: "Aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakıyetten bugüne geldik, siz ise bugünden mutlakıyete gidiyorsunuz." İşte, Türkiye'de "faşist" denilen İsmet İnönü, o tarihlerde, o günün koşullarında demokrasiyi içine sindirebiliyor. 2015 Türkiye'sinde hâlâ insanların temel hak ve özgürlüklerden yoksun olduğu… İşte orada oturuyor Mehmet Haberal, dört yıl hapishanelerde kaldı sorgusuz sualsiz. Bugünün özel yetkili mahkemeleri varken, hâlen daha insanlar temel hak ve hürriyetlerini kullanamazken kalkıp bugün, 1920'lerin Türkiyesi'ndeki olaylarla hesaplaşmaya kalkmak kabul edilemez. Ayrıca, cumhuriyetin her rejimde olduğu gibi, kendi düşmanlarıyla helalleşme hakkı yoktur, hesaplaşma hakkı vardır.