Penceremden O’nu görebiliyordum.Genellikle bir kenara çekilir,duvara yaslanarak gözlerini, odamın penceresine diker,öylece beni dinlerdi.Beni dinledikçe, çelik gibi görünen yüzündeki ifadenin,ağır ağır yumuşadığını,başka başka anlam alemlerine kaydığını görür gibi olurdum.Belkide öyle olabileceğini düşünmek,zannetmek,bana,geçici de olsa bir mutluluk,sükûnet verirdi.
Sonra. Evet sonra,nasıl oldu,fark edemedim…İçimden,O’na karşı büyük bir arzu,sevme ihtiyacı duymaya başladım.Bir taraftan da bu büyü bozulacak ,evdekilerin haberi olacak,üzerime çullanırlar diye ödüm kopuyordu.Bu durum,evde gerçek bir felakete yol açabilirdi.O zaman,odamı değiştir, piyano çalıp,şarkı söylememi yasaklayabilirlerdi.
O kadar zor ki bazı şeyleri söylemek.Annem, onun kızı olmama rağmen, benim,sevecek,sevilebilecek bir kadın olmadığıma kanaat getirmişti. Ona göre ben, ömür boyu günahkâr biriydim.Ve bu günahımı, teğel teğel , ilmik ilmik, hiçbir şeye karışmadan, dünya yaşamımda,çekmek zorundaydım.Bu yolun,Allahın yolu olduğunu söyleyecek, itiraz edip, değiştirmemin,Allahın yasasına aykırı olacağını yüzüme çarpacaktı.Bütün bunlar, hergün,defalarca aklımın içinden geçiyor, tam unutur gibi olurken,bir daha geliyor,beni sanki ,ateşli hummaların yatağına deviriyor, kan ter içinde bırakıyordu.
Bir gün,evde hiç kimse yokken kapı çalındı.İlk anda çok korktum.Kapıyı açtığımda, orta yaşlı bir kadın,eşikte duruyordu.Buyrun dedim kadına.
“Bu evde, piyano çalıp,şarkı söyleyen,çok güzel bir kadın varmış” dedi.
Evet,var dedim.
“Öyleyse,onu görmek isterim” dedi.
Tabi ki, o piyano çalıp,şarkı söyleyen kadın benim diyemedim.Ama şimdi evde değil dedim.
“Siz nesisiniz” dedi.
Buranın hizmetçisiyim dedim.
Kadın,bunun üzerine,avcuma birkaç para sıkıştırıp,”Beni dinleyin,sizi gördüğüm iyi oldu.Elimde bir mektup var,o hanıma verilecek.Sakın ola ki kimseye bir şey söyleme,yoksa bir adamın felaketine sebep olursunuz “ dedi.
Nasıl bir mektup,kimden geliyor dedim.
Bu soruları sorarken bile, kalbimin yerinden çıkıp, gideceğini zannediyordum.
“Karşıki hapishanede ,siyasi bir mahkûm var. Bu mektubu yollayan o.”
Peki dedim. Mektubu,gelince hanımıma vereceğim.Kadın,bir daha, zorlu bir ses tonuyla tenbih etti:”Dikkat edin lütfen,kimse duymamalı”.
Gurbetteki yaşantımın, birinci senesi doluyordu.Memlekette hukuku bitirmiş, babama söz verdiğim gibi, buralara , hukuk ihtisası yapmaya gelmiştim.Ciddi ve oldukça sert bir babanın ocağından, dünyanın özgürlük abidesi,kültür taşıyıcısı olduğu kabûl edilen ülkenin, senelerdir kanlı bıçaklı olduğu kuzey komşunun sınırına yakın, efsanevi güzellikleri olan şehrinde bulmuştum kendimi.Cebimde getirdiğim parayı ve gelecek olan harçlıkları idareli kullanmalıydım.
Yağmurlu ve serin bir sabah vakti, Rusçuk üzerinden Tuna’yı takiben Viyana ve sonsuz heyecanlarıma tanıklık edecek olan şehrin, tren garına inmiştim.
Trende tanıştığım, Viyanalı bir mühendis sayesinde, ucuz,gürültüsü nispeten az,eski genelevden bozma odalarının, pansiyon olarak kiralandığı sokağı bulmuş,uygun bulduğum bir odaya yerleşmiştim.
Zaten tüm şahit olduğum, kenarından,kıyısından içine sürüklendiğim olaylar,hep bu sokakta başıma gelecekti; Rue de Prechter!
2. Bölümün sonu