üzerimde çok büyük hakkı olan , özel mandolin kursu aldığım , ruh hastası bir öğrencisi tarafından öldürülen ÖĞRETMENİM , ERDOĞAN KÜKREKOL ....
Eksik olmayın , yaşıyorum …
Şunu üzülerek söylemeliyim ki , kolejde ,orta 3. Sınıfta ( 69 / 70 ) , özel matematik dersi aldığım değerli bir hoca olan Süleyman Abi , matematik kitabımızı incelerken , “ Sen gerçekten orta 3. Sınıfta mısın , biz bu konuları , lisede , 2. Sınıfın , 2. Yarı yılında okutuyoruz “ demesi , hâlâ , gönlümün bir yerinde , silinmeyen bir kanama gibi durur .
Bu durumda , yapmamız gereken şey , dürüstçe , iki eğitim anlayışı arasındaki “ farkı “ anlamaya çalışmak olmalıdır .
Hele şimdilerde , liselerde , FELSEFE MANTIK SOSYOLOJİ vs de kaldırılmış ya , tadından yenmez gayrı . Hele de yakında , arap çöllerinin iklim koşullarını , develerin sindirim organlarını öğrenmek , zorunlu ders olsun da (!?) , seyredin kepazeliği .
Neyse …
Aslında , sözü uzatmadan girmem gereken bir konu var , o da müzik . İyi dinleyin , çok şenlikli bir hikayedir .Altmışların başında, almanyaya giden dayım , bir gelişinde , koca bir PHILIPS pikap , bir yığın da “batı klasiği “ 33lük plak getirmişti .
Kimbilir , 1963 ,64 gibi yıllarda ,Tarsus’ta ,kolej hariç , evinde BEETHOVEN-MOZART- vs dinlenen aile var mıydı , çok merak ettiğim bir satır başıdır .
Bu bir tarafa , kocaman ,cilali sandığı ( yahut sandukası ) , parlak satenden ön penceresi , bembeyaz düğmeleri , şeffaf bir cetvel gibi , düğmelere yakın yerde sabitlenmiş , üzerinde ,çaprazlama , bir yığın DÜNYA KENTİ adı yazılı bir cetvel göstergesi , dikine inen ,hareketli bir , istasyon arama saplığı diyelim ; huzurlarınızda , halkımın büyük çoğunluğunun telaffuzu gibi söylersem , bizim FİLİPİS radyomuz .
İlk zamanlarda , salon ve oturma odasında , yer bulunamadığı için , mutfak tezgahının bir kenarına yerleştirilmiş , 1964 yılında , dayım , yine almanyadan , “” transistörlü / pilli ve “” ceyranlı”” “ radyoyu getirince , havası sönen ve yüklüğü kaldırılan FİLİPİS .
Bu yeni radyo , dikdörtgen prizma şeklinde , unutmadı isem , 20x10x5 cm boyutlarında ve kolaylıkla sağa sola , taşınabilen bir aygıttı .
Markası neydi acaba !
Bellek arşivimin bir yerinde , “” elite boy “ gibi bir ad kalmış …
O arada , garip bir şey oldu . İlkokul üçüncü sınıfta idim . Okul , henüz başlamıştı , 1963/ 64…Birgün annem ,siyah bir torba içinde bir alet ve bir makbuz getirdi . Bunun adı mandolin , bu da kurs ödentin deyip , beni , bir kez , o cumartesi günü , çocuk kütüphanesine götürüp , hocaya teslim etti .
ERDOĞAN KÜKREKOL , dal gibi boyu , sürekli tebessüm eden yüzü , çocuk ruhumuzun içine işleyen ses tonu ile bir garip , alışılmadık bir dünya gibi gelmişti bizlere . Önceleri ,kütüphanenin , yönetim odasında kurs görürdük . Ardından , HALKEVİ salonuna geçtik . Orası şimdi , sanırım KENT LOKANTASI . Unutulmaması gereken , BİR TÜRK davranış klasiğidir : BİR İKTİDARIN YAPTIĞI , GÜZEL VE HOŞ BİR ŞEY , iktidar değişimi olduğunda , mutlaka ,yeni iktidar tarafından ,tepelenir , yok edilir . UNUTMAYIN …Çocuklarınıza , torunlarınıza anlatın , bu vazgeçilmez “” yanımızı” !
Ben o hızla , ilkokul 4. Sınıf , 1. Yarıyıl sonunda , 3 mandolin metodu bitirdim ve HOCAM, “Getir metodunu , bir şey yazacam “ dedi …
“Hüseyin ‘in ,mandolinde öğrenecek bir şeyi kalmadı , enstrüman değiştirmesini öneriyorum “!
İkinci yarı yıl , yeni enstrümana başlamadık ama başka bir işe başladık ; Hoca beni çağıttırdı ve o yarı yılda , kursa yeni başlayanların , öğreticiliğini yapmamı istedi . On , onbir yaşlarında bir çocuk , “tam yetkili “ bir halde , “bızdıklara” öğreticilik yapıyor . Sanki kendisi “ ergin “ bir delikanlı .
Galiba ertesi yıl , 1965/66 ‘da , babam ,kırık dökük bir bağlama getirdi , nerde tamir ettireceğimi söyledi; ELİYEŞİL ilkokulunun karşısında , daha sonraları koleje giderken , hergün önünden geçeceğim , CENGİZ BIÇAKCI(!?) ustaya gidip , bağlamamı verdim ve tamir etti CENGİZ USTA . Babam , ünlü türkücü ,NUREDDİN ÇAMLIDAĞ hastası idi . Akşamları radyoda , ya türkü ya da klasik Türk müziği programları olurdu . Babam sayesinde , halk musıkisine ve klasik Türk musıkisine yaklaştım , çok dinledim ve en önemlisi ,sevdim .
Aradan geçen altmış yıl sonra bile , bugün , NUREDDİN ÇAMLIDAĞ’ı, “” ezo gelini” söylerken dinleyeyim , salya sümük ağlarım .
Belkide , yıllar önce TANPINAR’ın , “ genç cumhuriyetin, uygarlık” anlayışına ( kültürel geçişimine ) karşı ya da için , bildirdiği , DEBUSSY ‘i dinleyip , Dede Efendi’yi(*) , Dede Efendi’yi dinleyip , Debussy’i anlayabiliriz tespitini , ben , Tanpınar’I OKUMADAN ÖNCE Mİ , dayımın klasik plaklarını dinleyip , severek yapmıştım .
(*) Unutmayalım , klasik musıkîmizde , iki tane dede vardır : HAMAMİZÂDE İSMAİL DEDE Efendi ki , büyük olan ve Tanpınar’ın kastettiği bu Dede’dir , bir de daha sonraki yıllarda tanınacak olan ZEKÂİ Dede.
İlkokul son sınıfta , keman dersi almaya başladım . Hocam , bizim mahallede oturan , topacık , cıvıl cıvıl bir insan olan AHMET DAĞGEÇEN’di . Keman dersi , koleje başladığım , 1966/67 ders yılında da devam etti . O yılın sonunda Hoca , emekliliğini istedi ve benim keman derslerim de , bu şekilde bitti fakat ben ,pek peşini bırakmadım kemanımın .
Yaptığım büyük bir hatayı paylaşmak isterim , bu arada : Kolejde ,orta birde okurken , 1967/68 , öğretmenlerimizden MRS MAYER ,bana piyano dersi vermeye başlamıştı . Hatta onunla da kalmayım , bizim tarihi büyük binamız ,STICKLER ‘in giriş kademesindeki salonda bulunan , piyano odasının , anahtarını da verip , orada ,dersler dışında , alıştırma yapmamı istemişti . Ben , bu olanağı ,elimin tersiyle ittim . Topun peşinden kim koşacaktı !
Müzik yaşamımın , birinci bölümü bitti. İkinci bölümde , çok daha heyecanlı , okuyacak olanları , merak denizinde yüzdürecek olaylar anlatacağım .