CHP Mersin Milletvekili Adalet Komisyonu Üyesi Ali Rıza Öztürk’ün yaptığı konuşma aynen şöyle.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukuk devletinde protesto hakkıyla ilgili gündem dışı söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2013 yılının Haziran ayının genel bir özetini çıkardığımızda, hukuk yerine siyaset, müzakere yerine çatışma, uzlaşmacı dil yerine ayrıştırıcı bir dil egemen oldu, âdeta hukuksuz bir devlet süreci yaşadık. Oysa hukuka saygı gösterilmiş olsaydı, hukuk dili kullanılmış olsaydı can kayıpları, binlerce yaralanma, milyonlarca gönül kırıklığı, ağır maddi zararlar olmazdı.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 34’üncü maddesi toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemeyi bir hak olarak öngörmüştür, hak olarak tanımıştır. Demokrasinin en temel kavramı arasında yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleme hakkı Gezi Parkı olaylarından sonra tartışma konusu hâline geldi. Herkes bu konuyu hukuku bir kenara bırakarak kendi cephesinden değerlendirmeye başladı. Sayın Başbakan bu gösterileri bir bütün olarak yasa dışı ilan etti. Başbakan "Bu ülkede yürütme, gösteri ve yürüyüşler için nereye müsaade ederse oraya gider, orada yaparsın. Müracaatını yaparsın, gösteri yeri bellidir." demek suretiyle gösteriler için önceden Başbakandan başvuru yapılmasını ve kendisinden izin alınmasını şart gördüğünü açıkladı.
Değerli arkadaşlarım, Başbakan bu toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünü bu şekilde sınırlayınca, bu şekilde tanımlayınca bu çizdiği sınırların dışında kalan her gösteriye yapılacak polis müdahalesine de meşruluk tanımış oluyor. Oysa, Anayasa’nın 34’üncü maddesi, herkesin önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını düzenliyor. Anayasa’nın 34’üncü maddesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesiyle örtüşüyor. Yine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına baktığımızda, güzergâh tayin yetkisini öngören 2911 sayılı Yasa’nın ilgili hükmünün dahi Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına, uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu çok açık. Burada -yine AKP’nin açtığı yoldan- şöyle bir tanımlamaya gidersek: 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesi değiştirildi ve ulusal hukukla uluslararası hukuk çatıştığı takdirde uluslararası sözleşmelerin öngörüleceği açıklandı.
Değerli milletvekilleri, bu konuyla ilgili tartışma ve yanlış sorular şunlardır: Kullanılan şiddet orantılı mı, orantısız mı? Bu soruyu sormadan önce, şiddet kullanma gereği var mıdır, yok mudur, bunun yanıtlanması gerekiyor. Şiddet kullanmak gerekli ise gösterideki taşkınlıkları önlemek için kullanılan araçlar amaca elverişli midir, değil midir, bunun yanıtlanması lazım. Eğer şiddet kullanmak gerekli ise ve amaca uygun ise o takdirde üçüncü aşamada kullanılan şiddet, güç, orantılı mı, orantısız mı tartışmasına yanıt vermek lazım.
Şimdi, bu Gezi Parkı olayında toplanan İstanbullular, kentli olma hakkını, çevre hakkının gereği olarak tarihsel, kültürel ve doğal mekânlarına sahip çıktılar. Bu haklar, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Bu özgürlüklere müdahale ancak gerekli olduğu zaman ve elverişli bir araçla yapılırsa anca o zaman ölçülü mü, ölçüsüz mü tartışılabilir. Yine, izinli mi, izinsiz mi konusu hem Anayasa’nın 34’üncü maddesinde hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesine baktığımız zaman toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için bir izin şartı yoktur. Kaldı ki izinsiz bir toplantı ve yürüyüş, şiddeti meşru kılmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şiddet kullanımını sıkı şekilde denetlemekte olup Türkiye aleyhine pek çok kararlar vermiştir.
Aslında, Sayın Başbakanın kendi ağzıyla söylediği bir cümleyle konuşmamı bitirmek istiyorum. Sayın Başbakan, diyor ki: "Halkını katleden bir lider meşruiyetini kaybeder." Yine, Sayın Başbakan diyor ki: "Halka rağmen iktidarda kalamazsınız." Bunlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleridir. Keşke Sayın Başbakan, bu sözlerini bu olaylarda da dikkate alsaydı, düşünseydi.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.