Cenazeydi, düğündü gündemden bir kaç gün uzak kaldık.
Yine yaramıza tuz basılmış.
Bu yıl yeterince saldırıya ve hakarete maruz kalmıştık halbuki.
Hafta sonu Mersin Idmanyurdu maçında, gazeteci olmayan birisi, (ki taraftar olduğunu duydum) basın tribününe girmek istiyor, “Ben gazeteciyim” diye.
Kriterlere uymadığı için, normal olarak alınmıyor.
Oda kendince haklı belki.
Her internet sitesi açan, otomatikmen gazeteci sıfatı taşımaya başladı ya son yıllarda.
Neyse;
…Ve tribüne alınmayan arkadaş ağza alınmayacak küfürler ve hakaretler savuruyor, hem stadda, hem sosyal medyada Ali Adalıoğlu ağabeyimize…
Zavallı adam, hiç bilmemiş, hiç görmemiş! Gazeteci kimdir diye, Ali Adalıoğlu kimdir diye…
Ali abi siner mi hiç! Papuç bırakır mı?
Hemen gereğini yapmış.
Gazeteciliğin ucuza gittiği bu zamanda, yüzüne ağır, okkalı bir tokat yedi ve aslında ne pahalı olduğunu anladı gazeteciliğin ve Ali Adalıoğlu’nun.
Umarım kendine gelir ve anlar!
Senin staddaki çirkin eyleminin reklamını daha fazla yazmaya gerek yok.
Ben senin nasıl sert bir kayaya çarptığını anlatayım.
Bu da hepimize ders ve örnek olsun.
Ali Adalıoğlu!
Ali Adalıoğlu diye yazılır, disiplin diye okunur.
Yanında çalışmadığım halde, tüm camia bilir.
Basın trübünü sorumlumuz, (ki tam bir protokol adamıdır, tavizsizdir) 5 dönem (yazıyla beş! dönem) MGC başkanlığı yapan sevgili ağabeyim, ustamız, üstadımız, başkanımız, TSYD Mersin Sorumlusu…
Kısa bir anı anlatayım.
90’ların başında yerel gazeteden Sabah Gazetesi muhabirliğine transfer oldum.
O yıllar ulusal basın, yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. kuvvet olarak (kimilerine göre birinci kuvvetti) anılıyordu.
E dolasıyla, her gittiğimiz yerde kapılar sonuna kadar açılıyordu.
Havamız tabiri caizse 1500…
Üç, dört aylık alışmadan sonra cemiyetin kapısını çaldım.
Kendimce kurum kimliği, üst kurum yazısı, en havalı, en yakışıklı vesikalık fotoğrafım ve dilekçem ile MGC Başkanı Ali Adalıoğlu’nun kapısını çaldım.
Üstelik büro şefim Şevket Coşkun cemiyet yönetiminde.
Kendimce torpiliyim havasındayım.
Elimdeki belgeleri uzattım, “Başkanım üyelik evraklarını getirdim, beni üye yapar mısın?”
Evraklara bakmadan masasının ucuna bıraktı ve sordu:
“Sen ne zamandır çalışıyorsun?”,
“ Başkanım yaklaşık dört ay olacak!”
Üstelik yakın bir tarihte de genel kurul olduğunu bildiğim için, hemen yıkama ve yağlamamı yaptım.
“Başkanım! Oyumu size vereceğim!”
Başkan şöyle bir baktı!
"Bak evlat! Burası yol geçen hanı değil! Kime oy vereceğini bilemem! Ama cemiyet üyeliğinin kriterleri var. Sabah'ta değil! BBC’de çalışsan bile bu kriterlere uymadan üyeliğin yapılamaz! O yüzden bekleme sürecini meslek etiği içinde tamamla, sonra üyeliğini yaparım.” dedi.
Acayip şaşırmış, bir o kadar da kızmıştım içimden.
Tüm kapılar sonuna kadar açılırken, meslek örgütüm yüzüme kapanmıştı.
O saf delikanlı ve cahil cesaretim ile içimden acayip yargılamıştım.
“Kendini beğenmiş, ukala adam” diye.
Ama kuyruğumu kıstırıp, süremi bekledim.
O günkü genç adamın önyargısı için, bugün çok çok özür diliyorum sevgili ağabeyim ve başkanımdan.
O gün bana ne anlatmak istediğini bugün çok daha iyi anlıyor ve özür diliyorum.
Benim üye olduğum yıl, 40 ve 50 arası bir üye vardı.
Bugün serbest mesleğin bir kolu olduğu için, sayımız cemiyette 500’den 350'ye düşürüldü! Ama ortalıkta ben gazeteciyim diye gezen bin kişi var.
Bir yıl sonra üç-beş bin olursa şaşırmam.
Çünkü koruyamadık mesleğimizi! Meslek örgütümüzü!
İnternet medyasından sonradan iş kontrolden çıktı.
Bellerinde silahla MGC’yi basıp “Üye yapın ulan, ben gazeteciyim” derlerse şaşırmam.
Çünkü o kadar parçalanıp, kendimizi yalnızlaştırdık ki, suistimale de, saldırıya da uğramamız çok normal.
Yıllardır sektörümüzün, camia ve cemiyetimizin yok sayıldığı bir dönemde, Ali abi bizlerin yapamadığını yaptı aslında.
Şu an sorumlu olduğu basın tribününü korudu.
Sözlü saldırıya uğramasına rağmen, izin vermedi, suistimale uğratmadı.
O yüzden sevgili ağabeyim Ali Adalıoğlu’na hepimizin bir teşekkür borcu var.
Sadece teşekkür yetmez!
O gün o tribündeki onurlu duruş, hepimiz için bir kıvılcım olsun…