HABER ARŞİVİ    |    GÜNCEL    |    ÖZEL HABER    |    SİYASET    |    KÜLTÜR SANAT    |    EKONOMİ    |    FOTOHABER    |    SPOR
 
 
Mersin Tabip Odası Nükleer Santralin ÇED Raporu’na görüş belirtti


30 Eylül 2013 Pazartesi 11:08

Mersin NKP mersin Tabipler odasının Nükleer Santralin ÇED Raporu’na görüş belirtti Yapılan yazılı açıklamada şu göreüşlere yer verildi.

 

 

 ÇED Raporu, radyasyonun sağlık üzerine olumsuz etkileri ve bölgemizdeki sağlıkla ilgili verileri yeterli ve gerekli bilgileri içermemektedir.  Başta Çernobil ve Fukuşima’daki kazaların sonuçları ile nükleer santrallerin normal çalışmaları esnasında çevreye dolayısıyla insan sağlığına olan etkileri eksik ve yanıltıcıdır.

 

NÜKLEER SANTRALLARIN SAĞLIK ETKİLERİ:

 

28 Mayıs 1959 tarihinde, Dünya Sağlık Örgütü (WHO ) genel kurulunda yapılan bir oylama ile WHO’nun nükleer güç ve sağlık alanında yapacağı veya yayınlayacağı bütün bulgu ve bilgilerin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ( UAEA)  tarafından incelenip onaylanmasına karar verildi. Buna göre; son altmış yıldır bu anlaşma sayesinde, Dünyadaki nükleer santralların promosyonu ve nükleer materyallerin gözetimi ve denetimi için kurulan UAEA,  nükleer çevrimin her aşamasında meydana gelebilecek kazaları ve çevre sorunlarını içeren WHO raporlarına ilk veto hakkına sahip olan tek kuruluştur. Yıllardır kamuoyundan saklı tutulan bu anlaşma sayesinde UAEA dünyadaki en büyük nükleer kazalarından olan Üç Mil Adası ve Çernobil ile ilgi yapılan, Uluslararası 1995 Genova Konferansı ve 2001 Kiev Konferansı’nda sunulan bağımsız bilgi ve bulguların WHO tarafından yayınlanmasını önlemiştir.Ayrıca  WHO hala Japonya’daki  Fukuşima kazasınının küresel sağlık boyutları hakkında bir çalışma başlatmamıştır.

 

Dünyada deneme reaktörlerinin yapılmaya başlandığı 1950 li yıllardan günümüze kadar santrallerin kurulduğu hemen her ülkede irili ufaklı 400 den fazla kaza olmuştur. (www.jmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=2624&tipi=1&sube=0 – 3

Bunların içinde en ciddisi 26 Nisan 1986’da halen Ukrayna’da bulunan Çernobil Nükleer Santral kazasıdır. Sovyet nükleer bilimcileri, 26 Nisan 1986’dan önce, Çernobil Nükleer Enerji Santrali’nde facia boyutunda bir kaza olmasının olanaksız olduğunu açıklamıştır. Ancak, önce İsveç’te, Sovyetler Birliği’ndeki büyük bir nükleer kazaya ilişkin söylentiler çıkması ( Sovyet hükümetinin inkâr çabalarına karşın), sonrasında da ABD’ye ait bir gözetleme uydusunun, Çernobil’in dört numaralı reaktörünün kızıl alevler içinde yandığını onaylaması ile kaçınılmaz gerçek ortaya çıkmıştır.

Dünyanın “olanaksız” denilen bu en kötü nükleer reaktör kazası, birbirini tetikleyen insan-teknoloji hataları neticesi, reaktörün gücünün normal operasyon gücünün 10 katına çıkması sonucunda 3 saniyede gerçekleşti. Gök gürültüsü benzeri bir patlamayla, 2000 ton ağırlığındaki masif çelik kapak reaktörün üzerinden fırladı ve havada 2 bin metreye kadar yükselen büyük miktarlarda radyoaktif enkazın çevreye yayılmasına yol açtı. Büyük bölümü grafitten oluşan 180 metrik ton reaktör koru ve yaklaşık 18 milyon kürilik radyoaktif serpintinin yolu üzerindeki 20’yi aşkın ülkeyi etkileyerek iki hafta boyunca yanmayı sürdürdü.

Ortaya çıkan ölçülmesi olanaksız radyoaktivitenin toplam miktarı asla bilinemeyecekse de, 1989’da Sovyetler Birliği’nde Çernobil Kazası ile ilgili ilk parlamento soruşturmasını başlatan, eski SSCB’nin bir Yüksek Sovyet üyesi ve Ukrayna’nın ABD Büyükelçisi de olan Dr. Yuri M. Shcherbak, resmi Sovyet rakamı olan 90 milyon kürinin minimum rakam olduğunu söylemiştir. Avrupa ve Asya’nın büyük bir bölümünü etkileyen toplam radyoaktivite miktarı, batılı bilim insanları tarafından birkaç kat daha fazla hesaplanmış olsa da, tutucu Sovyet rakamları bile, İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından kaynaklanan radyasyonun yüzlerce kat fazlasına denk düşüyordu.

İlk yirmi yedi yılda ortaya çıkan sonuçlara göre:

 

Çernobil Felaketi’nden kaynaklanan hastalıkların artan sıklığı konusundaki tartışma on yıllarca sürecektir. Bugüne dek, Çernobil radyasyonu nedeniyle kaç kişinin öldüğü ya da hastalıklarla yaşamak zorunda kaldığı açıkça bilinemiyor. Bunun nedeni, Sovyetler Birliği döneminde yörede yaşayan çocukların sistemli olarak bir yerden başka bir yere gönderilerek yeniden yerleştirilmesi ve kurbanların tıbbi kayıtlarının yok edilmesidir. Sadece Ukrayna’da 2.300 irili ufaklı yerleşim alanında yaşayan 2.6 milyon insan boşaltılarak devamlı başka şehirlere yerleştirilmiştir.

1986-89 arasında santral çevresinde dekontaminasyon çalışmaları yapan temizlik işçilerinde yapılan kohort çalışmalarda Rus ve Ukraynalı işçilerde lösemi olgularında artış, Rus işçilerde erken dönemde bölgede çalışanlarda tiroid kanser riskinde artış olduğu belirlenmiştir. Kontamine bölgede yaşayanlarda yapılan çalışmalarda ise, çocuklarda  tiroid kanseri insidansında artış ve inutero radyasyona maruz kalan çocuklarda lösemi insidansında artış belirlenmiştir.  Ukrayna’da yapılan bir çalışmada ise Çernobil’e yakın bir bölgede yaşayan kadınlar ile Ukrayna populasyonu karşılaştırıldığında premenapozal meme kanseri riskinde artış olduğu belirtilmiştir (Hatch ve diğerleri, 2005, 56-66)(Davis ve diğerleri, 2006, 386-96).

Nükleer reaktör kazasından sonra, Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya’da, 260 bin kilometrekare toprak hala radyoaktif sezyum -137 ve stronsiyum – 90 ile kirlenmiş durumdadır. Bu kirlilik bazı bölgelerde kilometrekare başına 1 küri’yi aşmakta ve neredeyse 9 milyon insanı etkilemektedir. Stronsiyum-90 kimyasal olarak kalsiyuma benzer, bu nedenle de gelişmekte olan bebeklerde, çocuklarda ve ergenlerde kemiklere yerleşir. Bir kez kemiğe yerleştikten sonra da bağışıklık sistemi hücrelerinin yaratıldığı kemik iliğini ışınlar. Çernobil kazasının hemen ardından Ukrayna ve Beyaz Rusya’da radyasyondan en fazla etkilenen 4’er bin kilometrekarelik alanda 60 yerleşim yerinde yaşayanlar farklı yerlere yerleştirilmişti. Buna karşın kazadan bir yıl sonra geri dönen Ukrayna’da çoğu yaşlılardan oluşan binbeşyüz  aile, bugün hala yasadışı olarak “boşaltılmış alan”da yaşamaktadır. Ukrayna hükümeti bu aileleri yeniden boşaltılmış alanın dışına çıkartmak ve yeni yerleşim yerleri kurmak için uluslararası maddi destek arayışındadır.

Kazanın ilk günlerinde, önüçbin çocuk tiroid kanserine yol açan kısa ömürlü bir radyoaktif izotop olan iyot – 131 içeren gazları solumuştur. Bunların dörtbin kadarı, nükleer endüstri çalışanlarına bütün yıl için tavsiye edilen radyasyon dozlarından 20 kat fazlasına, yani 2 bin röntgen eşdeğerine maruz kaldı. Şu ana kadar, resmen Çernobil faciasının kurbanları olarak tanınan, 356 bini temizlikçi, 870 bini çocuk olmak üzere 3 milyondan fazla insanın yararlanması için Ukrayna hükümeti, bütçesinin yüzde 5’inden fazlasını harcıyor. Ayrıca, zamanında Sovyetler Birliği’nin  “tahıl ambarı” olarak adlandırılan ülkede, hala radyolojik denetimden geçirilerek piyasaya sürülüyor. Ardarda ekonomik krizler yaşayan Ukrayna hükümetinin tek başına bu işin altından kalkması olası görülmüyor.

 Halen yaklaşık 20 milyon kuri’lik radyoaktivite düzeyine sahip olan 10 binlerce ton nükleer yakıt ve reaktör parçası, alelacele 30 kilometrelik bölgedeki 800 değişik sahada gömülü duruyor. Bu radyasyonla tehlikeli boyutta kirlenmiş bölgeyi temizlemek, en az 30 yıl ve milyarlarca dolara mal olacak. Buna ek olarak, 4. ünitenin üzerine yapılmış olan ve erimiş reaktör koru ya da adeta “bu dünyaya ait olmayan” radyoaktif lavdan oluşan 200 ton nükleer yakıtı barındıran mevcut lahit, patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Altı ayda büyük bir aceleyle yapılan ve 300 milyon dolara mal olan bu lahdin 20 yıl dayanması planlanmıştı. Buna karşın, lahdin batısındaki duvarlar bel vermiş durumda, kurşun kaplı çatısı delik, deşİk olup,  yağmuru ve erimiş kar sularını içeriye sızdırıyor.

Uzmanlara göre lahit, yeni bir Çernobil felaketine yol açarak her an küçük bir depremde bile çökebilir. Daha fazla yıkımı önlemek için, mevcut lahdin çevresine bir “süper-lahit” yapılması konusunda Batılı ülkelerle yapılan uzun görüşmeler, aralıklarla kesildi. Çünkü, fon görüşmelerini yürüten Fransa önderliğindeki AB ülkeleri, daha önce aldığı fonlarla lahdi onarmayan Ukrayna hükümetine yeniden fon sağlamak yerine, kendi şirketleriyle çalışma zorunluluğu getirdi. Eğer her şey yolunda giderse, yeni lahdin yapımı, 2012’da bitirilmesi ve 1.2 milyar dolara mal olması bekleniyor.

Kaza nedeniyle Avrupa’da birçok ülke, bugüne kadar ekonomik kayıplar yaşadı. Beyaz Rusya hükümetince kazadan sonra yapılan tahmine göre; 1986 – 2005 yıllarındaki toplam ekonomik yıkımın bedeli, 235 milyar dolar oldu. Bu ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Beyaz Rusya’nın 1991 yılı bütçesinin 21 katına eşitti. 1994’de kadar Beyaz Rusya hükümeti bütçesinin yüzde 13,46’sını Çernobil kazasının etkilerini en aza indirmek için harcamıştı.

Sovyetler Birliği’ndeki toplam yıkımın boyutu, o sırada Sovyetler Birliği Enerji Mühendisliği Araştırma Geliştirme Enstitüsü baş ekonomisti olan Yuri Koryakın tarafından hesaplanmıştı. Koryakın’ın analizi, Sovyetler Birliği’ndeki 1986 – 2000 yıllarındaki toplam kaybını 283-358 milyar dolar olarak belirlemişti. Kazadan sonra, Avrupa’daki bazı hükümetlerin ürünlerini ve hayvanlarını imha etmek zorunda kalan çiftçilere ödedikleri toplam tazminat miktarı, İngiltere’de 18 milyon dolar,  Almanya’da 307 milyon dolar, Avusturya’da ise 94 milyon dolardı.

28 Mart 1979 tarihli Three Miles Island (TMI) kazasının ardından, enerji santralı yakınlarında yaşayanlar, TMI’nın sahibi ve işletmecisi olan Metropolitan Edison Company adlı şirkete karşı yaklaşık 2 bin 500 dava açtı. Davacılar, doğumsal anomali, ani düşük, kısırlık, kanser ve lösemi gibi radyasyon kaynaklı hastalıklara yakalandığını öne sürdü. Gerçekten de 1979 – 1980 yıllarına ait Pennsylvania eyaleti resmi yaşam istatistiklerine göre, Dauphin County’deki bebek ölüm oranları önceki iki yılın oranlarından yüzde 37 daha yüksektir. Oysa aynı dönemde ABD’deki bebek ölüm oranları yüzde 8 düşmüştür. Aslında, Dr. Gould’un analizi, aynı zamanda, TMI Santralı’nı çevreleyen on yerleşim birimindeki doğumsal anomalilere bağlı bebek ölümlerinin, ABD’dekinden yüzde 20 daha hızlı arttığını göstermiştir.

Nükleer santralların kazaları ciddi sorunlar oluşturmakta ancak sadece kazaların değil, santralin normal çalışması sırasında da çevrede değişik derecelerde kontaminasyonlara neden olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Litvanya’da Ignalina nükleer santralinin 32 km. çapındaki bölgede yosun, ot ve bazı su bitkilerinden örnekler alınarak yapılan çalışmada; yosun örneklerinde tüm radyonüklidler, özellikle Co60 konsantrasyonu, alt kısımlardaki yosunlarda Cs137 konsantrasyonu yüksek, su kanalındaki süngerlerde çok az fakat ölçülebilir düzeyde I 131 bulunmuştur. Santralden suya bırakılan radyonüklidlerin aktivite düzeylerinin de yüksek olduğu belirtilmektedir ( Adliene ve diğerleri, 2006, 68-77).

Almanya’da Elbe Nehri civarında bulunan nükleer santralde herhangi bir kaza olmadığı halde, 1990-2005 yılları arasında santrale 5 km mesafede yaşayan çocuklarda lösemi insidansının tüm Almanya’daki insidanstan yüksek olduğu belirlenmiştir (Hoffman ve diğerleri, 2007, 947-52).

Almanya’da 16 nükleer santral yakınında bulunan bölgede yaşayan 5 yaş altındaki çocuklarda kanser sıklığının diğer bölgelere göre daha sık olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan çalışmada; 5. yaşından önce kanser (veya lösemi) gelişme riski ve tanı sırasında yaşadıkları ev ile nükleer santral arasındaki mesafe arasında ilişki bulunmuştur. 5 km. alanda yaşayan çocuklarda kanser oranında % 60, lösemide % 117 artış belirlenmiştir. Çalışmanın sonucunda, nükleer santral civarında görülen kanser vakalarındaki artışın nedeninin sadece rastlantısal olamayacağı belirtilmektedir. Santral civarındaki bölgelerde ölçümlerin doğru olarak yapıldığı varsayılırsa, ya radyasyon maruziyetini hesaplamada kabul edilen modellerin yanlış olduğu ya da radyonüklidlerin bilinen biyolojik etkilerinin en azından çocuklar ve embryo için yanlış bilindiği belirtilmektedir (IPPNW Europe, 2008).

 

 

 

SONUÇ:

 

Akkuyu Nükleer Santrali Çevre Etki Değerlendirme Raporu’nun III.7.3. Nükleer Güvenlik Bölümü’nde; “Hiçbir girişimde güvenlik mutlak değildir. Hayat süresince bir şekilde risk mevcuttur. Söz konusu güvenlik ilkeleri nükleer güç santrallarının mutlak bir biçimde risksiz olmasını garanti altına almaz, fakat güvenlik ilkeleri uygulandıklarında santralın son derece güvenli şekilde çalışması sağlanmış olacak ve toplumun kaliteli yaşam için ihtiyaç duyduğu enerji gereksiniminin karşılanmasında etkin olacaktır [23].” denilmektedir.

Sorunun çözümü tam da bu noktada yer almaktadır. Kaliteli bir yaşam için önce enerji değil sağlık gereklidir. Geçmişte yaşanan nükleer santral kazaları ve normal çalışma koşulları sırasında çevreye yayılan radyasyonun ölümcül hastalıkların sıklığını arttırdığı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Buna göre  “ Kaliteli bir yaşam için enerji mi yoksa yaşayabilmek için sağlıklı bir çevre mi? ” sorusunun cevabı herkes için “sağlık” olacaktır. Böyle bir risk göze alınmamalıdır.

Ayrıca Çernobil ve Fukuşima örneklerinde olduğu gibi herhangi bir kaza sonucunda oluşan ekonomik kayıp riskin maddi açıdan da göze alınmaması gerektiğinin kanıtıdır. Hastalıkların oluşmasını önlemek, hastalığı tedavi etmekten daha ekonomiktir prensibinden yola çıkarak ne Akkuyu’da ne de ülkemizin başka bir bölgesinde sağlık ve çevre açısından bu kadar büyük bir risk göze alınmamalıdır.





 
  HABER ARA
 
 
  
  FLAŞ HABER
  EN ÇOK OKUNAN
  • Bu Ay
  • Bu Hafta
  • Dün
  • Bugün
 
  SOSYAL MEDYA

 




 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GÜNCEL HABERLER SİYASET HABERLERİ SPOR HABERLERİ GİZLİLİK İLKELERİ

 

fotohaber.net | İnternet Gazetesi | Resmi Web Sitesi | Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
fotohaber.net © Copyright 2005-2025 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA