HABER ARŞİVİ    |    GÜNCEL    |    ÖZEL HABER    |    SİYASET    |    KÜLTÜR SANAT    |    EKONOMİ    |    FOTOHABER    |    SPOR
 
 
Dr.Erdal Akalın yazdı. AŞK !..


2 Mayıs 2014 Cuma 09:06

Bu yazının azmettirici Sevgili Kankam Selçuk Ölçer’dir. Öncelikle bunun bilinmesini isterim; yani gariban köşe yazarınızı bu karmaşık konuya ittiren suçlu kendisidir.

 

Dün konuştuğumuz sırada, ‘Evlenmek Üzerine’ başlıklı yazımı okumasına karşın, gerisini eksik bıraktığımı ve aşk ve de meşk sorunlarına değinmediğimi vurgulayarak beni eleştirmişti.  İşbu yazı, bu uyarı üzerine yazılmaya çalışıldı.

Ama, klavyenin başına geçince ben de kendimi sorguladım; Aşk nedir kuzum? diyerek!

Önce aklıma bir şarkı geliverdi.  Sözleri Rüştü Şardağ’a ve bestesi Avni Anıl’a ait çok bilinen o şarkıyı mırıldandım biraz;

“Aşk bu değil / Yapma güzel / Sen insanı öldürürsün, sen / İnsanı güldürürsün.”

Anladım ki, bu dizelerle aşk kavramına ulaşabilmek kolay olmayacak!  Açtım, TDK Sözlüğünü, şöyle yazıyor aşk hakkında; “Bir başka insana veya varlığa karşı duyulan derin sevgi ve bağlılık.”

Montaigne ise; “Arzulanan bir varlıkta bulacağımızı sandığımız tada susamaktır!” diyor aşk üstüne.  Sokrates ise; “ Aşk, güzelliğin aracılığı ile çoğalmak arzusudur!” der.

Bunlarla yetinerek aşk kavramını anlamak ve izah edilmek olası değildi.  Acaba psikolojinin aşka bakışı nasıldır diye düşünmeden edemedim.  Burada da kafamın daha çok karışacağını bilerek bazı kaynaklara yöneldim.  Buyurun;

Erich Fromm’un sevgi kuramına göre; “Aşk, insanlığın sorunlarına karşı bir yanıt, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı olan enerjidir.  Yaratıcılıkla sevmek ise bir sanattır!”

Freud; “Sevgi ve aşkın her türlüsünün temelinde cinsellik yatar!” buyuruyor.  Ki, son bilimsel verilere bakarsak; biyoşimik sonuçları ve beyin fonksiyonlarını  MR ile araştıran bilim insanlarının bulgularına göre, galiba Sigmund Freud’un haklı olduğu söylenebilir.

Robert Stemberg; “Aşk üç evrelidir; yakınlık, bağlılık ve tutku” diyor.  Başlangıcını ise hoşlanma ve beğenme hazırlıkları olarak vurguluyor.

Başka birileri ise aşk kavramını kategorize ederek kafamızı iyice karıştırıyorlar.  Bu alt gruplara göre aşk türleri şöyle; kardeşçe sevgi, anaç sevgisi, cinsel yönelim sevgisi, öz sevgi (?) ve Tanrı aşkı .

İşte gerekli olup olmadıkları tartışılacak bu bilgiler, sonunda güncel araştırmalarla biraz aydınlığa çıkıyor.  Aşk olgusu ile hormonal bazı adımların bizleri etkilediği ve yönlendirdiğini anlıyoruz.   Aşk evrelerine göre öncelikle beynimizi etkileyen feromon ve tiroksin saldırıları başlıyor.  Bunları izleyerek noradrenalin ve serotonin düzeyleri yükseliyor.   Bunları ise takip eden dopamin var sırada.  Devamında ise sevginin, yani aşkın devamlılığını, bir anlamda bağımlılığı sağlayanın ise oksitosin olduğunu fare deneylerinden biliyoruz.

Yukarıya aldığım bu hormonal bombardımanların, son dönemlerin güncel tıbbi tekniği olan MR kullanımı ile beyinin bazı loplarını fokurdattığını izliyor meraklı bilim insanları.   Hatta hormon düzeylerini ve MR ile beyinde oluşan değişiklikleri inceleyerek aşk olgusuna bir de süre biçmişler.  Kısaca iki ile üç yıllık bir ömrü varmış meğerse aşkın!

Ülkemizde de değerli bilim insanlarımız bu süreyi araştırınca, karşımıza daha kesin bir sayı ile çıktılar.  Aşk olgusunu süresini tamı tamına 937.5 gün olarak saptamışlar.  Dokuz yüz günü anladım da, 37.5 gün ne ola ki düşünmedim değil.  Tahminime göre de, bu 37.5 günlük uzatma süresi, çiftlerin adliye koridorlarında geçirmek zorunda kaldıkları günleri işaret etse gerektir, diye kendimce hüküm koydum!

İşte burada aşkın edebiyat diline yansımasının izlerini takip etmemiz de gerekir diye düşünenlerdenim.   Aşkı uğruna ‘dağları delerek sevdiği kadının yöresine su getiren Aşık Ferhat’, herhalde 937.5 günlük süreyi birkaç kez aşmış ve sonunda da bitap düştüğünden aşkını da, sonunda hayal ettiği meşki de unutmuştur diyebilmem, bizi şairlerin ve destan yazıcılarının dolduruşa getirmelerindendir kanımca!

Gerçi; Türk Ulusu, İslamiyeti kabul ettikten sonra, tasavvuf ve sofizim edebiyatına yenik düşerek aşk üzerine döktürülmüş zengin bir kaynakla karşılaşmış ve aşkın gerçek yüzünden mahrum bırakılmıştır.   Bunu da; “Ah dedikçe kara bahtım inim inim titirer…” diyerek telafi etmeye çalışmıştır, halen sürdürdüğü gibi bu isyanını!

Aşk konulu özgün şarkılardan bir tanesini dinlemiş isek; sözleri Mehmet Erbulan’a ve bestesi de Sadettin Öktenay’a ait olan acemkürdi bir şarkı kanımca birinciye gelir.  Bilimsel alt yapısı da vardır zira;

“Aşkın kanununu yazsam yeniden / Kimi ümitleri yel alır gider / Kimi benim gibi sever gönülden / Kimi senin gibi el olur gider.

Dünyanın bir yazı bir kışı vardır / Her yolun bir başı bir sonu vardır / Her aşkın sonunda gözyaşı vardır / Akar damla damla sel olur gider.

Boş yere bekleme geçen günleri / Böyledir ne yazık ki ezelden beri / Kimi benim gibi sever gönülden / Kimi senin gibi el olur gider.”

Aşkı olgusunu ise ebedi dostluğa çevirmek bir beceri ve etik bir hüner işidir.  Montaigne; dostluk ve dost, çoklukla ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir raslantı ya da zorlukla edindiğimiz ilintiler ve yakınlıklardır!” derken; ben daha kısa bir tanımla yetinmek istiyorum; “Dostluk, ruh ikizini aramak, bulmak ve bulunca da kıymetini bilmektir!” diyorum.

Dostlukla kalın, daima AK-ŞAKA’ da kalın !..

                                                                                              Erdal Akalın (01.05.2014)





 
  HABER ARA
 
 
  
  FLAŞ HABER
  EN ÇOK OKUNAN
  • Bu Ay
  • Bu Hafta
  • Dün
  • Bugün
 
  SOSYAL MEDYA

 




 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GÜNCEL HABERLER SİYASET HABERLERİ SPOR HABERLERİ GİZLİLİK İLKELERİ

 

fotohaber.net | İnternet Gazetesi | Resmi Web Sitesi | Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
fotohaber.net © Copyright 2005-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA