“ Babam ve ben”
Babamı kaybedeli tam 26 yıl 9 ay 10 gün oldu.
Son nefesini kucağımda verdi.
Ruhunu teslimden birkaç saniye önceydi, tuttuğum eliyle elimi sıkmaya başlayınca ölüm anının geldiğini anlamıştım.
Kasıldı ve ruhunu teslim etti.
Korku, endişe ve panik içinde bir umutla, belki ölmemiştir duygusu ile ve bir yaşam belirtisi görebilmek umudu ile belki onlarca kez “baba, babam” çığlığıyla silkeledim. Silkeledim, silkeledim ama maalesef hayata döndüremedim.
Babamı kaybetmiştim.
Çünkü haykırışlarımı da duymuyordu artık.
Hocam, yol göstericim, dinlemediğim tavsiyelerinde haklı çıktığını bile yüzüme vurmayacak kadar hoşgörülü, canımın sıkıldığını yüzüme bakınca anlayacak kadar sezgileri kuvvetli, dışarıda gizlice içtiğim sigarayı, zaman, zaman aldığım alkolü kontrol edebilmek için yanında içmeme izin verecek kadar hoşgörülü, demokrat ve çağdaş bir insandı babam Mehmet Zihni Keskinışık.
O’ yıllarca ülkesine maliyeci olarak hizmet etmiş, emekli, dürüst ilkeli olduğuyla yetinmesini bilen bir yurttaştı..
Emekli maaşından başka bir geliri yoktu.
Bir tek dikili ağacı bile olmadı.
Ona rağmen.
Evinde son geceyi birlikte geçirirken sabaha kadar endişe veya panik her neyse, sürekli düşündüğüm tek şey "bundan sonra onsuz nasıl yapacağım” oldu.
Arkamdaki büyük ve manevi bir gücü yitirdim duygusu içindeydim.
Annem, eşim, çocuklarım ve kardeşlerime rağmen kendimi yapayalnız kalmış hissettim.
“Allah’ım, babamı kaybetmenin acısı ile nasıl yaşarım” diyordum.
Yaşadım. 26 yıl 9 Ay 10 Gün onu her an hatırlayarak..
Babalar gününe özgü değil babamı anımsayışı. .
Ne zaman, arkadaşlarla bir yerde iki kadeh bir şey içmeye karar versek onun şakacı sorusunu anımsarım “bu gün içmek için bahaneniz ne olacak çocuklar ?”.
O, esprili konuşmaları, şakacılığı nedeniyle tüm tanıyanlarının sohbet edebilmek, sorunlarına çözüm bulması için için yolu gözlenen, anlatırken öğreten bir bilge adamdı.
Babamı düşünmediğim gün nasıl olur ki.
Çocuklarımı etrafına toplayıp onlara Atatürk’ün kahramanlıklarını Cumhuriyetimizin kuruluşunu heyecanla anlatışını nasıl anımsamam.
Atatürk’e yönelik olumsuz yaklaşımlara ve din istismarcılığına sinirlendiği zaman titreyerek bağırıp itiraz edişini izlerken bile ona daha büyük bir sevgi ile bakar gururlanırdım...
Nasıl anımsamam ki babamı.
Onda gördüm öğrendim, atlet ile balkona çıkılmayacağını, sakal tıraşının, kravat takmanın bir ayrıcalık olduğunu.
Torunlarının omuzuna oturmasına izin veren, onları öptükten sonra tatlı yemiş gibi ağzını şapırdatıp “ohhhh ne tatlıymış” deyişini. Çocukluğumda bana bu kadar toleranslı olmamasına rağmen
Babama özlemim yıllar geçtikçe daha da artıyor.
Bayramların ilk günlerinde gözü yolda bizleri balkonda bekleyişini, bizim dolmuştan inişimizi fark edince de sevinç ve heyecanla ayağa kalkarak “Münevver koş, bak geliyorlar “ diyerek annemle birlikte bize gülümseyerek el sallayışını unutmak mümkün mü ?.
Elini öptükten sonra yanağıma doğru uzanırken sevgi ile “hoş geldin, nasılsın oğlum” deyişini çok ama çok özledim.
O birlikte olduğumuz özel günlerde hazırlattığı farklı yemekleri aynı masada birlikte yemekten duyduğu mutluluğu çocuksu neşeli halinden hissederdik.
Babam, benim babam, belki bana torunlarına yaklaştığı gibi yaklaşıp başımı okşayıp, öptükten sonra ne tatlıymışsın demedi anacak, sabahları başucumda bulduğum bir çikolata bana çok şey anlatırdı.
Babamın karyolamın yanında diz çöküp yüzümü dakikalarca seyredip sonrada uyandırmayacak yumuşaklıkta bir öpücükten sonra odasına yöneldiğini annemden duymak, günü bir bayram sevinci ile yaşatır, “babam beni seviyor” diye haykırmak gelirdi içimden.
Ne yazık ki, artık kollarımı açarak koşup, boynuna sarılıp, “ babam, benim canım babam” diyemeyeceğim amma o özlemimi bu gün "babalar gününde " mezarı başında gidereceğim.
Onunla sohbet edip dertleşeceğim.
Kendisine onsuz geçen günlerimde kendisine her zaman ihtiyaç duyduğumu itiraf edip mezar toprağını avuçlarımla okşayıp ona tüm içtenliğimle;
“canım babam seni çok ama çok özlüyorum. Keşke seninle daha çok zaman geçirseymişim ” diyeceğim.
Ziya KESKİNIŞIK
18-06-2017