Şeker Fabrikalarının Satışı Kararı!..
(Düzeltici Savaşların Piyonu Olmak!)
Elinizin altında küçümsenmeyecek miktarda maddi birikiminiz varsa dahi siz asla sermaye sahibi sayılmazsınız. Bu nakit birikiminiz, ister yastık altı altın olsun, isterse banka hesabınızda yatan bir para olsun, siz bir sermayedar değilsinizdir.Bir birikim sonucu eliniz altında olan nakit paranız sizi olsa olsa rantiyeci konumuna taşır. Atıl bir finansal birikim kapitalist düzenin ön gördüğü sermaye haline dönmemiştir çünkü.
Sermaye konusunda tanımlar çoktur. Belki de en gerçekçi tanımlamayı Karl Marx yapmıştır. Marx’a göre sermaye; “bulunduğu ortamda sosyal ilişkiler” sağlayan bir olgudur.Birikimin sermaye olabilmesi için, bir emekçi kesimle yakın ilişki içerisinde olarak ve teknolojiyi uygun şekilde kullanarak üretim yapması ve artık değer elde etmesi gerekir. Bu “artık değer”, sermayenin gelişmesini ve büyümesini sağlayan besleyici unsurdur.
Sermaye, kapitalist düzen içerisinde hareketli bir alandır. Devamlı ilerlemek, büyümek, yeni pazarları ele geçirerek gelişmek ve kârlılığını arttırmak zorundadır.Sermayenin bu devamlı devinimi zaman içerisinde büyümesine ve aynı zamanda da köhne bir kısır döngüye dönmesine sebep olabilir. Bu durumlar, kapitalizmin küresel krizleri olarak adlandırılır. Ki, gerek 19. yüzyılda ve gerekse 20 yüzyılın ilk yarısında bu krizler yaşanmış ve aşılması için bazı sıkıntılara katlanılmak gerekmiştir. Örneğin; ABD’nin 1930’lu yıllarının kapitalist krizi bunun yakın bir anısıdır.
Neden bu krizler oluşuyor kapitalist düzende derseniz, yanıtı da vardır.
Büyük birikimlere varan sermaye, daha çok kâr elde etmek üzere emekçi kesime baskı uygularken bir yandan da bindiği dalı keser. Zira emekçi kesiminin elindeki az para ile aldığı üretim malları azalır. Yani, sistemin doğru işlemesi için gerekli olan talep azalmıştır. Böylece de sermayenin üretim kapasitesi düşmeye başlamıştır.(Bir diğer neden kullanılan teknolojinin eskimesi ve buna bağlı olarak üretimin rantabilitesinin düşmesidir.) Talep azalınca da üretim elde kalır ve sermayenin hareket alanı daralır. İşte, kapitalist ekonomi bu açmazı, yani ekonomik krizi bir şekilde aşmak zorundadır.
Bu krizler, kapitalist düzen içerisinde bazı dönemlerle hep olagelmiştir. Çözüm konusunda da birçok iktisatçı ve sosyal bilimci kafa yormuştur.
Polonya kökenli bir bilim insanı olan Rosa Luxemburg (1871 – 1919 ), Marksist ideoloji içerisindeki çalışmaları sırasında bu sorunu irdelemiştir. 1913 tarihli kuramsal bir yayını olan
“Sermaye Birikiminin Tarihsel Koşulları” adlı eserinde, kapitalist düzen içerisinde oluşan sermayenin bu açmazını çözümlemek için bazı öneriler sıralamıştır.
Luxemburg, sermayenin bu dar boğazı aşabilmek için sürekli yeni pazarlara yönelmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bunun en akla yatan yönteminin ise dünyanın nispeten geri kalmış ülkelerine ve sanayi atılımı gerçekleşememiş, sadece küçük üretimin yaygın olduğu pazarlara kaymak olduğunu kabul etmektedir. Bunun en akılcı yolunun ise bu ülkeleri bir tür fethetmek olduğunun altını çiziyor.
Kapitalist krizi çözmek adına emperyalizmin yeni ve gelişmemiş ülkelere akmasının bazen pazarlarına girerek ve bazen de silahlı çatışmalarla o ülkeyi fethederek gerçekleşeceğine inanır Rosa Luxemburg. Böylece biriken silah sanayisinin mallarını eriteceğini, köhnemiş teknolojisini bir şekilde yenilemek fırsatını bulacağını, depolarında yığılmış üretilmiş metalarını böylece geri kalmış ülkelerin pazarına sürebileceğini iddia etmektedir. Rosa Luxemburg, sermayenin bu tür dar boğazı aşmasının yöntemine “Düzeltici Savaşlar” adını vermektedir.
Bu gözle bakarsak, gerek I. Dünya Savaşı ve gerekse II. Dünya Savaşı, kapitalist düzen adına birer Düzeltici Savaş fonksiyonu görmüşlerdir.
Marshal Yardımı adı altında, ülkemizin demiryollarının ve hatta deniz nakliyatının frenlenmesini öneren kapitalist düzen, karayolları taşımacılığını öne çıkararak kendisinin tökezleyen otomotiv sanayisine yeni bir pazar yaratmış değil midir?!.
Yeniler de, birçok kamu işletmesini yok pahasına özelleştirmeyi ve bir kısmını kapatmayı kabul eden ülkemiz, batılı devletlerin IMF aracılığı ile önerdikleri ve kendi çıkarlarına uygun olan yeni pazar yaratmak projesine kurban edilmemiş midir?!. Örneğin; TEKEL işletmelerini yok eden AKP İktidarı, yabancı tütün işletmelerine kapılarını sonuna kadar açmakla, batılı sigara firmalarına yeni bir pazar yaratmamış mıdır?!. Aynı yanlışlık, şeker üretimini kısıtlayarak ve pancarın üretim alanlarını azaltarak, mısır şurubundan şeker üreten ABD şirketlerine kapıyı açmakla gerçekleşmekte değil midir?!.
Bu projeler, II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan ve kapitalist sistemi ayakta tutmak adına planlanan bir gelişmenin ülkemize yansımasıdır. O yıllar da, ekonominin kısmen kamu ve kısmen de özel sektör eli ile yürütülmesini savunan Keynes Doktrini yerine, Luxemburg’un savına yakın duran White Planı kabul edilerek, ABD güdümlü İMF ve Dünya Bankası fonları ile gelişmekte olan ülkelere borç vererek, emperyalist ideolojiye yeni pazarlar yaratmak amacı masaya yatırılmıştı. Kazanan White Planı oldu ve bizim ülkemizde bundan nasibini almış oldu!
2007 Dünya Ekonomik Krizi aşılırken; Afganistan ve Irak’ın işgali, hatta Yugoslavya’nın dramı yanında, BOP Projesi de emperyalist düzenin “Düzeltici Savaş” yaklaşımının iz düşümleridir. Şimdi ki Tunus, Mısır, Yemen, Suriye ve özellikle Libya’ya demokrasi getirmek savı ile silahlı müdahaleyi göze alan batılı emperyalist ülkeler, aslında o ülkelere demokrasi getirmek adına kendi ekonomik krizlerini çözümlemek için yeni pazarlara el koymak atağındadırlar. Bunun doğru tanımı Düzeltici Savaşlar yaratmaktır!
Ülkemiz, belki de bu ekonomik çözüme sıradan bir piyon olarak ileri sürülmektedir. Adı da, BOP Eş-başkanlığı ve Medeniyetler Arası Çatışmayı Önlemek Eş-başkanlığı unvanları ile süslenmiştir.
Umarım yanılmaktayımdır!...
Erdal Akalın (26.02.2018)