Babalar günü için yazdığım “babam ve ben’i” istek üzerine bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyor ve babalar gününüzü kutluyorum..
“ Babam ve ben”
Babamı kaybedeli tam 19 yıl oldu.
Kucağımda yaşamını yitirdi.
Ruhunu teslimden birkaç saniye önceydi, yorganın kenarını avuçlarıyla sıktığını fark ettim.
Ölüm anının geldiğini anlamıştım.
Kasıldı ve ruhunu teslim etti.
Belki onlarca kez silkeleyerek, bir yaşam belirtisi görebilmek için” baba, baba” diye haykırışlarımı duymuyordu artık.
Babamı kaybetmiştim.
Hocam, dinlemediğim tavsiyelerinde haklı çıktığını bile yüzüme vurmaktan kaçınacak kadar hoşgörülü, canımın sıkıldığını yüzüme bakınca anlayacak kadar sezgileri kuvvetli, dışarıda gizlice içtiğim sigarayı, zaman, zaman aldığım alkolü kontrol edebilmek için yanında içmeme izin verecek kadar demokrat ve çağdaş bir insandı babam Mehmet Zihni Keskinışık.
O’ yıllarca ülkesine maliyeci olarak hizmet etmiş, emekli, dürüst ilkeli bir yurttaştı..
Emekli maaşından başka bir geliri yoktu.
Bir tek dikili ağacı bile olmadı.
Ona rağmen .
Evinde son gece sabaha kadar birlikte olurken, endişe veya panik her neyse, sürekli düşündüğüm tek şey "bundan sonra onsuz nasıl yapacağım” oldu.
Arkamdaki büyük manevi gücü yitirmiştim.
Annem, eşim, çocuklarım ve kardeşlerime rağmen kendimi yapayalnız hissettim.
Allah’ım, babamı kaybetmenin acısı ile nasıl yaşarım diyordum.
Yaşadım;
Ancak,19 yıl onu her an hatırlayarak..
Babalar gününe özgü değil babamı anımsayışım.
Ne zaman arkadaşlarla bir yerde iki kadeh bir şey içmeye karar versek onun şakacı sorusunu anımsarım “bu gün içmek için bahaneniz ne olacak çocuklar ?.
O, tüm tanıyanlarının akıl hocası, cumhuriyet tarihini heyecanlarak anlatan, öğreten bir bilge adamdı.
Onu düşünmediğim gün nasıl olur ki.
Çocuklarımı etrafına toplayıp onlara Atatürk’ü, Atatürk’ün kahramanlıklarını anlatışını nasıl anımsamam.
Çok sinirlendiği iki konuda titreyerek bağırıp itiraz edişini izlerken bile ona daha büyük bir sevgi ile bakar gururlanırdım...
Birisi, Atatürk’e yönelik olumsuz yaklaşımlara.
İkincisi ise yobazlığa ve din istismarcılığına.
Nasıl anımsamam ki babamı.
Onda gördüm öğrendim, atlet ile balkona çıkılmayacağını, eşinin yanına sakallı girilmeyeceğini. kravat takmanın bir ayrıcalık olduğunu.
Torunlarının başına oturmasına izin veren, onları öptükten sonra ağzını tatlı yemiş gibi şapırdatıp “ne tatlıymış” deyişini.
Çocukluğumda bana bu kadar toleranslı olmamasına rağmen ona babama özlemim yıllar geçtikçe daha da artıyor.
Bayramların ilk günlerinde gözü yolda bizleri balkonda bekleyişini, bizim dolmuştan inişimizi fark edince de sevinç ve heyecanla “münevver geliyorlar “ diyerek kalkıp annemle birlikte bize el sallayışını unutmak mümkün mü ?.
Elini öptükten sonra yanağıma doğru uzanışını, sevgi ile “hoş geldin, nasılsın oğlum” deyişini çok özledim.
O birlikte olduğumuz özel günlerde hazırlattığı farklı yemekleri aynı masada birlikte yemekten duyduğu mutluluğu çocuksu neşeli halinden hissederdik.
Babam, benim babam, belki bana torunlarına yaklaştığı gibi yaklaşıp başımı okşayıp, öptükten sonra ne tatlıymışsın demedi anacak, sabahları başucumda bulduğum bir çikolata bana çok şey anlatırdı.
Babamın karyolamın yanında diz çöküp yüzümü dakikalarca seyredip sonrada uyandırmayacak yumuşaklıkta bir öpücükten sonra odasına yöneldiğini annemden duymak, günü bir bayram sevinci ile yaşatır, “babam beni seviyor” diye haykırmak gelirdi içimden.
Ne yazık ki, artık kollarımı açarak koşup, boynuna sarılıp, “ babam, benim canım babam” diyemeyeceğim amma o özlemimi bu gün "babalar gününde " mezarı başında gidereceğim.
Onunla sohbet edip dertleşeceğim.
Kendisine şu günlerde ne kadar çok ihtiyacım olduğunu itiraf edip mezar toprağını avuçlarımla okşayıp ona tüm içtenliğimle ;
“canım babam, umarım kavuşacağımız gün yakın olur” diyeceğim.
Ziya KESKİNIŞIK